19 sene boyunca neredeyse çeyrek asırdır AKP ve onun iktidarda kalma savaşı ile dış politika perspektifi sürekli değişen bir ülkeyiz. Normalde ciddi ve kurumsal devletlerde (ki Türkiye 18. Yüzyıldan Devri - AKP'ye kadar dış politikada böyle bir ülkeydi) dış politika kolay kolay değişmez. Dış politikanın değişmesi için çok büyük öznel yahut nesnel değişiklikler gerekir. Coğrafi keşiflerin yapılması; sanayi devriminin hayata geçmesi; ateşli silahların yaygınlaşması ya da ihtilaller gibi durumlar birçok devletin dış politik duruşunun değişmesine sebep olmuştur. Kendi açımızdan bakarsak Osmanlı Devleti'nin fetih politikası; 17. yüzyıl sonundaki Viyana Bozgunu ile değişmiştir. Askeri üstünlüğü batıya karşı son bulmuş ve bu tarihten sonra savunma konumuna geçmiştir. Askeri durumunu düzeltme çalışmaları ise içeride birçok engel ile karşılaşmış ve sekteye uğramıştır. O günlerden Devri-AKP'ye kadar devleti yöneten akıl; uluslar arası denge politikası üzerine hareket ederek yorgun devleti büyük savaşlardan uzak tutmaya çalışmıştır. Bu politikadan vazgeçilip maceracı yaklaşımlara meyil edildiğinde; tarihimiz açısından büyük felaketler ile karşılaşılmıştır. Osmanlı Devleti yıkılarak yerine Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda hariciyemiz yani dış politik kurumlarımız aynen devam ettirilmiş ve Mustafa Kemal Türkiye'si de dış politik olarak "Yurtta barış; dünyada barış" ilkesini benimsemiştir.
Bu ilke ve politik duruşun değişmesi için çok elzem öznel ve nesnel gerçekliklerin değişmesi gerekir. Buna yakın tarihimizden verilebilecek iki somut örneği şu şekilde sıralayabiliriz. Birinci olarak saldırgan Sovyet tehdidine karşın NATO'ya yani Kuzey Atlantik Paktına dahil olmak örnek gösterilebilir. İkinci olarak da Kıbrıs'daki soydaşlarımızın ve Doğu Akdeniz'deki çıkarlarımızın katledilmesine karşın gerçekleştirilen "Barış Harekatı"... Bu adımlar Türkiye Cumhuriyeti'nin gücü ile orantılı ve mantıklı adımlardır. Devri-AKP'de ise iç ve dış politika birbiri içine geçmiştir. AKP'nin iktidarını sürdürmesi ve içeride kitlesini konsolide edebilmesi için dış politika; bir takım yalanlar ve ergen imam hatipli hayalleri ile süslenmiş adeta "Düş Politika" haline getirilmiştir. Türkiye ekonomi olarak orta alt; askeri olarak ise orta üst seviyededir. Askeri gelenek, yetenek ve teknoloji olarak durduğumuz yerden uzakları görüp hedefleyebilsek de ekonomik ve reel politik olarak olduğumuz yerde durmak zorundayız. Tabi ki Türkiye Cumhuriyeti nüfuz, hinterland ve psikolojik olarak sınırlarından daha büyüktür. Ben de bu ülkenin bir vatandaşı olarak ülkemin etki alanının genişlemesini elbette ki isterim ama bunun yolu ve yöntemi "dünya lideriyiz" mavalları okumak yerine ülkemizi medeni dünyanın medeni bir ülkesi haline getirmekten geçer.
Dünyanın gerçek gündemini ve medeni alemi doğru anlamak ve uluslararası saygın kurumlar ile eşgüdüm odaklı çalışmak şu an için Türkiye'nin reel politik olarak yapacağı en akıllıca yol olacaktır. Bunun Türkiye'ye yabancı bir durum olmadığı İzmir'den bakılınca net olarak gözükmektedir aslında. Örneğin Dünya Kenti İzmir Viyonu; Türkiye'nin dünyaya açılan aydınlık penceresidir. Cittaslow gibi saygın bir organizasyona; ilk kabul edilen metropol kentin İzmir Büyükşehir Belediyesi olması; başta İzmirliler olarak tüm Türkiye'nin haklı gururudur. Sözün özü İzmir Büyükşehir Belediyesi; tarım ve çevre politikalarında olduğu gibi diplomasi ve uluslararası ilişkilerde de Türkiye'ye öncü olacaktır.