Ne Ağustos ama! Bir yanda siyasi ve ekonomik çalkantılar, diğer yanda sel, yangın, heyelan… CHP’de kurultay için imza yarışı, İyi Parti’de genel başkanın gidişi, dövizin, altının, gece-gündüz dinlemeden yükselişi derken, acaba bu gidişin sonu nereye varacak diye endişeliyim. Gidecek başka yeri olanlar vardır belki ama benim yok! Onun için tez zamanda bu sıkıntılı günleri geride bırakabilmek için dua ediyorum. Elimden başka bir şey gelmiyor çünkü.
Ekonomi ve siyaset alanını işin uzmanlarına bırakıp kendi ilgi alanım olan çevreyle ilgili bazı bilgileri paylaşmak istiyorum bu yazımda. Ekonomi bu durumdayken çevre kimin umurunda dediğinizi duyar gibiyim. Ama bu kadar dışa bağımlı olmamız (özellikle enerjideki dışa bağımlılık) ekonomimizi ne kadar etkiliyorsa, çevreyi ve iklimi de bir o kadar etkiliyor aslında. Yani ekonomi ve ekoloji (çevre) pek çok yönden birbirine bağımlı. Söz gelimi dışarıdan petrol, doğalgaz alarak hem kasamıza, hem de çevremize zarar veriyoruz. Oysa güneş enerjisi ve rüzgar enerjisi gibi yenilenebilir enerjiye daha fazla yoğunlaşsa idik hem cebimiz hem de havamız daha az zarar görecekti. Ekonomimiz de bu kadar kırılgan olmayacaktı.
Bu yazımın asıl konusu toplumumuzun iklim değişikliği ve enerji konularına nasıl yaklaştığını, bu konudaki algısının ne olduğunu belirlemek için yapılan bir araştırma.
KONDA araştırma şirketi ile iklimhaber.org’un birlikte gerçekleştirdiği “Türkiye’de İklim Değişikliği Algısı ve Enerji Tercihleri Araştırması” (*) sonuçlarına göre; Türkiye’de toplumun %86,2’si küresel ısınmanın gerçek olduğunu düşünüyor.
Araştırmaya göre, kendisini geleneksel muhafazakâr, dindar muhafazakâr veya modern olarak adlandıran üç temel toplumsal kesimde, iklim değişikliği konusunda “endişeli” ve “çok endişeli” şıklarını işaretleyenlerin toplamı %75’i buluyor.
Araştırmanın sonuçlarına göre, tüm partilerin seçmenleri enerji temini açısından güneş ve rüzgar enerjisini tercih ediyor. En çok karşı çıktıkları enerji üretim kaynağı ise kömür ve nükleer. Her iki kişiden biri, yaşadığı yerin yakınına kömür santralı; her 10 kişiden yedisi, nükleer enerji santralı yapılmasını istemiyor. Oysa halihazırdaki enerji yönelimleri ise ters istikamette. Çevre üzerinde bir hassasiyet ve farkındalık oluşmuş ise de partileri yönlendirme ve etkilme düzeyine geçememiş bu yönelimler. Buradan bu sonucu çıkarabiliriz herhalde.
Türk toplumunun halihazırdaki en önemli sorunu ekonomi haline gelmiş durumda. Ancak bu araştırmadaki tercihler de, tüm siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarının dikkate alması gereken bir başka sonucu ortaya koyuyor: İhtiyacımız olan şey sürdürülebilir kalkınma.
Temiz teknolojilere dayanan sürdürülebilir bir kalkınma yaklaşımını hayata geçirmek için yaşadığımız bu kriz fırsattır belki de, kim bilir?
*Kaynak: http://ekoiq.com/2018/08/03/secmenler-cevre-konularina-nasil-bakiyor-ekoloji-ve-ekonomiyi-baristiran-yeni-bir-yol-var-mi/